Kodlama Öğrenmek, Yazılımcı Olmak Değildir!

“Kodlama” kelimesinin TDK Türkçe Sözlüğündeki karşılığı; harflemedir. Yani bir kelimeyi oluşturan temel parçalarına ayırma anlamı taşımaktadır. Peki bizim bahsetmek istediğimiz “kodlama” nedir?

“Kodlama” kelimesinin TDK Türkçe Sözlüğündeki karşılığı; harflemedir. Yani bir kelimeyi oluşturan temel parçalarına ayırma anlamı taşımaktadır. Peki bizim bahsetmek istediğimiz “kodlama” nedir?

Kodlama ya da kod yazmak ifadeleri; daha çok yazılım geliştiriciler arasında kullanılan bir terim halini almıştır günümüzde. İşin mantığını çok da güzel anlatır. Bütün haldeki bir dili (yazılım dillerini kastediyorum burada, merak edenler için Programlama Dillerinin Çeşitleri burada) parça parça ederek, o dildeki kalıpları kullanarak bir mesajı bilgisayara iletmeyi amaçlamaktadır. Aynı günümüzdeki insanların yabancı diller öğrenerek farklı lisanlardaki insanlar ile iletişime geçebilmesi gibidir.

Parçalarına ayırmaktan bahsediyorsak eğer karşımıza çıkan konu şudur. Karşımızda bir sorun varsa biz onu önce anlamaya, sonra da sorunu çözecek fikirler oluşturmaya çalışırız. En son aşama olarak da bu fikirler arasından en verimli olanı tercih edip harekete geçeriz. Yazılım geliştiricilerin yaptığı işin mantığı da budur.(Mantığı budur diyerek küçümsemek kesinlikle algılanmasın, çünkü bu bahsettiğim konunun alt basamakları oldukça teknik ve tecrübe isteyen bir süreçtir.)

Peki herkesin kodlama öğrenmesi gerekliliği de neyin nesidir?

Bu sorunun cevabı, gelecekte saklıdır. Bir çoğumuz biliyor ki bilgisayar dediğimiz cihazların ilk fiziksel halleri bir bina boyutundadır.( bakınız Wikipedia’dan bir kaynak) Şuan ise bilgisayar dediğimiz cihazlar oldukça küçük halde evlerimizde, arabalarımızda, dizimizin üzerinde, kolumuzdaki saatte, telefonumuzun içerisinde vs. yer almaktadır. Ayrıca bu süreç boyunca gelişen bir kavram da “Yapay Zeka” kavramıdır. Yapay zekayı kısaca tanımlamak gerekirse: verilen işlemleri yapabilmenin dışında öğrenme yeteneği kazandırmaktır.

Gelişen bilgisayar sistemleri, internet altyapısı bunların paralelinde gelişen yapay zeka kavramı bize birde “Nesnelerin İnterneti” kavramını doğurmuştur. İnterneti tecrübelerimizden yola çıkarak tanımlarsak; kısa zamanda oldukça fazla bilgiye ulaşabilmemizi sağlayan bir yapı, daha kısası bir iletişim tekniğidir. Bu tekniğin içerisine yukarıda saydığım telefon, saat gibi daha önce tek bir işlevi olan nesnelerin, bu iletişim tekniği kullanarak daha fazla işlev kazandırılmasını sağlayan bir oluşumdur. Yani evde, işte gördüğümüz tüm cihazlar artık biz dokunmadan kendi işlerini yapmaya devam edebilecekleri gibi bunun üzerine kendilerini geliştireceklerdir!

Gelecekte bizi bekleyen teknolojileri biraz da olsa tanımaya başlıyoruz. Nasıl mı? Bakınız: elektrikli, sürücüsüz otomobiller, akıllı ev sistemleri vs. Ortaya çıkan sorunu siz de tanımlamaya başladınız mı peki? Nesnelerin iletişimi kuracağı bir ortam var ve bu nesneler kendi aralarında sohbet edip yeni bilgiler öğrenecekler! Onlar konuşurken biz ne yapacağız? Bizim de o sohbete ortak olmamız, bu nesnelerin neler yaptıklarını anlamamız adına bir çaba içine girmemiz gerekmez mi?

Burada devreye giren yeni kavramımız; “Kod okuryazarlığı”dır. Okuryazarlık terimine aşinayız, çevremizdeki baskılı materyallerin(kitap, dergi, gazete, web sayfaları v.s.) içeriğini okuyup anlamamıza ve yeni bilgiler aktarmak istediğimiz zaman yazıp çoğaltmamızı sağlayan bir terimdir. İşte kod okur yazarlığı da aynı şey diyebiliriz. Elimizdeki bilgisayarlara kendi istediğimiz davranışları yazabilmek adına yapmamız gerekendir. Şimdi akıllara gelen ifade şu olabilir, “Yahu zaten şuan istediklerimizi yapan yazılımlar var, bunlar sayesinde her işimiz kolaylaştı.” diyebilirsiniz. Ancak yazılım dillerini bilen insanlar gelecekte daha da iyi konumlarda olacak ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda nesneleri yönetebileceklerdir.

Bu durumun önemini şöyle bir örnekle açıklayalım. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında harf devrimi gerçekleşti ve Osmanlıca dediğimiz (Türkçe-Arapça-Farsça bütünü bir dil) dilin alfabesinden Latin harflerinden oluşan bir alfabeye geçiş oldu. Dil aynıydı fakat yazı karakterleri farklıydı. Buna rağmen, değişime bütüncül olarak ayak uydurabilmek için “Okuma Yazma Seferberliği” başlatıldı. 7’den 70’e herkes öğrenmeye teşvik edildi. O tarihlerden günümüze geldiğimizde ve arada sırada okuma yazma bilmeyen insanlarla karşılaştığımızdaki şaşkınlık tahmin ediyorum ki herkeste olmuştur. İşte gelecekte, kod okur yazarı olmayan insanlara, diğer insanların bakış açısı da bu şekilde olacaktır.

Bunca söze rağmen yazılımcı olmayacaksak, kodlama niye?

Gözlemlerim sonucu elde ettiğim ve paylaşmak istediğim birkaç şey var. (Bu konudaki kaynaklarımı önümüzdeki günlerde detaylı bir şekilde sayfamda paylaşacağım.) Biz çocuklara kodlamanın mantığı olan algoritmayı (algoritma; sorun çözme sanatıdır.) öğrettikten sonra, bireyde hedefe yönelik soru sorma isteğinin artması, olaylara nesnel yaklaşarak alternatif çözümler önerebilmesi gibi değişimler gerçekleşiyor. Peki bu durum biz öğretmenlerin en çok sıkıntı çektiği konu değil mi? Yani sınıfımıza bir soru sorduğumuzda sınıfta oluşan sessizlikten, ya da konuya yönelik olmayan gürültüden şikayetçi değil miyiz? Sınıfımızdaki öğrencilerin, küçük aydın bireyler olmalarını istemez miyiz? Sorduğumuz soruya, yapısalcı yaklaşıp çözüm arayışında olan birey sayısı, sınıf mevcuduna oranla az olsa da, dinamik öğrenci enerjisi o sınıfı harekete geçirmeye yeterlidir. Her sınıftaki ilgili öğrenciler, verimli sınıf yönetimleriyle daha fazla sayılara ulaşacaktır. Yeter ki o öğrencilere soru sormasını öğretecek etkinliklere yönlendirebilelim. Daha sonra o çocuklar müzik, resim, sayısal bilimler ve diğer derslerde aktif hale gelip, sorunlarını çözebilecek bireyler olabileceklerdir.

Son…

Kodlama eğitimleriyle, öğrencilere kendi oyunlarını, kendi mobil uygulamalarını hatta kişisel bloglarını oluşturma fırsatı vermek; onlardaki özgüveni tetikliyor. Çocuğun kendi hazırladığı cansız bir varlığı yazılım sayesinde hareket ettirmek onun için harika bir deneyim. Eğitim fakültesinde, “Eğitim Bilimine Giriş” dersini alırken ders hocamın bir sözü vardı. “En iyi teknikleri kullanın, en gelişmiş sınıflarda ders işleyin, en iyi öğretmenleri getirin, öğrenci istemiyorsa hiç bir şey veremezsiniz...” şeklinde. Eğer çocuklar artık bilgisayar başından kalkmıyorsa, verilen ödevi öğrenci yapmıyorsa, biz öğretmenler olarak çocukların frekansını yakalamalıyız. Onların dikkatlerini günümüzün cezbedici etkinliklerine çekebilmeliyiz.